11 Şubat 2024 Pazar

'KUBRA' ARACILIĞIYLA TEKNO DİN VE SEÇİLMİŞLİK OLGUSUNU YENİDEN DÜŞÜNMEK

 

Kübra, seçilmişlik, inancın önemli kavramları gibi konuların farklı biçimde analiz edilmesini gerekli kılmıştır. Yapım gerek dinler tarihinin en önemli kurumu Peygamberlik mevkii ve gerekse gelecekteki dinsel motiflerle ilgili konuların yeniden üzerinde durulmasını gerektirmiştir.

Peygamberler vahiy meleği aracılığıyla Tanrı’nın buyruklarını edinmekte yani vahiy almaktadırlar. Her peygamberin destekçileri bulunduğu gibi karşıtları da vardır. Karşıt gruplar genellikle peygamberleri sahtekarlıkla suçlamışlardır. Sonraki asırlarda bilgi ve kuramların gelişmesiyle daha farklı eleştiriler ya da teoriler ortaya koyulmuştur. İlki ruhi sorunlar yaşadıkları iddiasıdır. Ya peygamberler mistik bir alemle içli dışlı olmak yerine seçildiklerine inanıyor ve iddialarını sürdürüyorlarsa? Şizofreni ve narsist kişilik tanıları bu durumda onlara atfedilmeye çalışılmaktadır. İkinci durum ise peygamberler bazı mesajları alsalar bile bu mesajların kaynağının gerçek tek ve benzersiz Tanrı olduğu nasıl bilinebilir? Özellikle New Age dini ya da dinselleşme eğilimli yapılanmalar Uzaylı Tanrı fikrini artık iyice olgunlaştırmıştır. Anunnaki, Rael, Orthon fark etmeksizin hangi ada sahip olurlarsa olsunlar insanları var edip olgunlaştıranın uzay kaynaklı medeniyet olduğuna inanılmaktadır. Kübra isimli dizide uyarıcı karakterin Tanrı zannettiği gücün aslında teknoloji temelli bir uygulama olması Antik Astronotlar görüşünü yeniden gündeme getirmiştir.

Hemen her din Altın Çağ inancında bir kurtarıcı beklemektedir. Genel adlandırılmalarıyla Mesih ya da Mehdi peygamber olmamakla birlikte bu kurtarıcının makamını ifade eder. Evanjelizm ve Siyonozim gibi siyasete de yön veren akımların mihenk taşını Mesih beklentisi oluşturur. Bu durumda ileriki dönemde kurtarıcı kimliğine bürünecek bir kişi de yapay zekâ tarafından yönlendirilebilir. Teknoloji ve biyolojinin hibritleşmesi bu yeni hibritin ise kesintisiz internete entegresi gelişmiş algoritmaların etkisini güçlendirecektir. Bu güçlü algoritma belirlediği kişinin seçilmişliğini destekleyebilir ya da kendisini seçilmiş olarak sunabilir. Bu durumda değerleri mutlaka iç ve dış politikada kullanan devletler direnç gösterebilirler. Her mistik gurunun her şeyi göze alan mensupları bulunur ve bu mensuplar yeri geldiğinde sistemle çatışmaktan asla çekinmezler. Kübra isimli yapımda da ana karakterin mensupları polisle çatışmaya girmektedirler. Üstelik bu mensuplar o ana kadar kendi hallerinde yaşayan sıradan ve tehlikesiz vatandaşlardır. Devletin dini yönlendirici olarak kabul ettiği ülkelerde devlet dışı ya da karşıtı bir klavuza yer bulunmamaktadır. Yüzlerce yıllık Türk siyasi tarihinde birçok mesih, mehdi, tarikat ya da cemaat önderi belirmiştir. Devlet tehlikeyi kabul ettiği an hepsini yok etmiştir. Karizmatik liderliğin merkezi siyaset ve devletle çatışmayacağı muallaktır. Dinlerin beklediği kurtarıcı bir gün gerçek anlamda belirse bu kurtarıcıya yapay zekâ sistemi savaş açabilir ya da biat edebilir. İlk durumda gerçek ve sanal kurtarıcıların cemaatleri oluşacak ve yeni bir çatışma başlayacaktır. İkinci durumda ise güçlü bir ittifaka devlet mekanizmaları da destek verebilecek bu durumda ise inançsızlar büyük risk altında bulunacaklardır. Böylece liberal değerlerin sarsıldığı bir düzen oluşur.

Yapay zekânın Tanrı ya da kurtarıcılığının kitleler nezdinde ilk etapta nasıl karşılanacağını bilemiyoruz. Çünkü o mükemmelliğine rağmen insan yapımıdır ve fantastik ögelerden, mucizelerden uzaktır. Mucize, keramet, belirsizlik ve bilinmezlik olmadan bir Tanrı’nın kabul edilmesi insanlık tarihinde görülmemiştir. Ancak bu yorumu sahip olduğumuz alışkanlıklara dayanarak yapabiliyoruz. Onlarca yıl sonra doğacak nesillerin mucize tanımları belki de istedikleri bilgiye doğru olmasa da ulaşabilmeleri ya da sanal gerçekliklerinde yaşamaları olacaktır. Sonuçta ‘’Kübra’’ geçmişin ve geleceğin dini ögeleriyle yeniden yüzleşmemizi sağladı. Yapımcıların muhtemelen bu denli derin bir tartışma ortamı oluşturma niyetleri yoktu. Ancak din ya da teknolojiye dahil küçük emarelerin bilgi sorgulamalarını getirmesi gelişmiş bir vizyondur. Din, tebliğ, kurtarıcı ve süper teknolojinin birleştiği bir ortam insanın zihin dünyasını altüst eder. Çünkü mevcut insan bile neyin ne kadar doğru olduğunu hangi seçeneğin peşinden gitmesi gerektiğini bilmemektedir. Göz önünde bulundurulması gereken bir hususta bilinmezliği yönetmek isteyen din-teknoloji şirketleri yeni projeler üretmek isteyeceklerdir.

29 Ocak 2024 Pazartesi

ŞEYTAN'IN AVUKATI: GNOSTİK LUCİFERİST ÖĞRETİYE SAVAŞ AÇAN MESİHÇİ BİR YAPIMIN ANALİZİ

 


Şeytan'ın Avukatı yalnızca derin bir vicdan muhasebesi değildir. Bu durum yapımın yalnızca bir boyutunu oluşturur. Hristiyan Ahlakından, Gnostik Öğretiye uzanan bir ağ yapımın özellikli bölümüdür. Başarılı avukat Kevin Lomax dava kaybetmemesiyle ünlüdür ve son davasında aleni suçlu bir tacizci öğretmeni savunmaktadır. İşte burada artık bir seçim yapmayla karşı karşıya kalır. Ahlaki prensibi tamamen kenara bırakarak hırslı bir Makyavel tutum takınması onu taşra avukatı yapmaktan kurtarabilecek taktiktir. Eşi Mary ile metropol New York'a taşınacak bir hukuk imparatorluğunun başına geçebilecektir. Bu dünyada çok para, başarı, ün, alkol, uyuşturucu hatta çeşit çeşit kadın vardır. Bu seçenekler standart her insanı cezbeder. Fakat iç ses vicdanın ahlaki telkini bu dünyanın geri çevrilmesidir. Bunu geri çeviren avukat zaman zaman dava kaybedecek ve vasat bir yaşam sürdürecek kişidir. Bu noktada seçim, bugün varlığı hâlâ tartışılan özgür irade kavramının dışa vurumudur. Yapımda İslâm düşüncesinde de yer alan ilginç bir ayrıntı bulunur bu ise ''Hayır görünende şer var'' öğretisidir. Başarılı avukatımız New York'ta ki zengin hayatı cazibeli görünse de bir süre sonra tatsız bir duruma dönüşecek yaşantısı krizlere yol açacak hatta cinnet anında eşi kendisini öldürecektir. Uzun bir süreç olarak geçen bu durum aslında avukat Kevin'in anlık kendisiyle hesaplaşmasıdır. Bu noktaya kadar bu hikaye ahlaki değerler üzerinden değerlendirilebilir. Ancak esas muazzamlık vicdan muhasebesi anıyla aslında geleceğin kendisine bir fragman misali aralanmasıdır. İşte bu bölümden sonra artık gnostik bir tarih anlayışının mesajı verilmektedir.

Avukat Kevin, haz ve kötülüğün peşinden gittiğinde ona şatafatlı yaşamı sunacak kişi büyük hukuk firması sahibi olan John Milton'dur. Milton insandan farksız görünse bile aslında bir şeytandır hatta Lucifer'dir ve oğlu ise Kevin'dir. Milton'un Lucifer olduğunun anlaşılması ise klasik bir Hristiyan için oldukça basittir.  Hristiyanlık bir insanı cehenneme götürecek 7 ölümcül günah konusunda uyarıda bulunmaktadır. Bu günahların her biri ise birer şeytan tarafından yönetilmektedir.

Şehvet - Asmodeus

Oburluk - Beelzebub

Açgözlülük - Mammon

Kıskançlık - Leviathan

Kin - Satan

Tembellik - Belphegor

Kibir - Lucifer 

Milton'un 'En sevdiğim günah kibirdir' sloganı aslında kibirden sorumlu olan Lucifer olduğunu ispatlamaktadır. Lucifer, gnostik öğretide klasik şeytandan farklı bir anlamı taşımaktadır.  Gerçekten de Lucifer bir kibirdir güzelliği ve bilgisiyle oldukça gurura kapılmış ve yandaşlarıyla birlikte Tanrı'ya savaş açmıştır. Bu konu ve Lucifer'in ayrıntısı Kutsal Kitap olarak kabul edilen metinlerin dışında kalan Enok Kitabı gibi tarihi yazmalarda anlatılmaktadır. Tevrat'ta konu sınırlı bir şekilde aktarılmıştır.

Yaratılış 6:2-4 bölümünde Tanrı'nın oğullarının insan kızlarının güzelliğinden etkilendiği ve onlarla beraber olarak soy sürdürdükleri belirtilir. Bu beraberlikten ise Nefilim denilen devler dünyaya gelmiştir. Nefilimlerin iştahı Nuh Tufanı'nın sebebi olarak gösterilmektedir. Tanrı oğlu kavramı Tanrı'nın çocukları manasında değildir. Onlar insandan farklı bir tabiata sahip olan boyutlar ötesi iblisler yani ateş soylulardır.  250 tane düşmüş melek denilen bu canlılar Hebron Dağı'na inerler ve liderleri Samyaza kadınlarla beraber olabilmek için ekibine onay verir. Hatta Lucifer'den de onay alır. İnsanlara astroloji, dans, müzik, büyü gibi hususları öğretirler. Azazel ise süs eşyaları ve savaş aletleri yapmayı öğretmiştir. Bu süreç Milton'un kimliğiyle uyuşmaktadır. Çünkü Milton, Tanrı'yı insanlara karşı kayıtsız kalmakla itham ederken kendisinin insanların yanında olduğunu belirtmektedir. Ve kendisi arzuların ilham vericisi olduğunu açıkça anlatır. Tıpkı Lucifer grubunun insanlara ilham vermesi gibi. Milton'un da bir çok çocuğu bulunmaktadır. Tıpkı Samyeza ve ekibi gibi. Modern satanizmin kurucusu Anton Lavey, Lucifer'in klasik bir iblis olmadığını belirtir. Tanrı insanları baskılarken Lucifer onların yanında olan bir hümanisttir. Milton da yapımda kendisini tarihin en büyük hümanisti ilan etmiştir. Sumer mitlerinde Enki bilgelik Tanrısı olarak insanların yanında olmaktadır. Enki aslında Lucifer'in kendisidir ve insanın var edilmesinde de payı bulunmaktadır. Yıllar boyunca kilisenin, bilim, sanat ve özgürlüğü baskılamasının bilinçaltında Lucifer'i baskılamanın olduğu artık öne sürülmektedir. 

Şeytan'ın Avukatı kesinlikle Lucifer propagandası olmamakla birlikte gnostik öğretideki Lucifer ve imparatorluğuna savaş açan Mesihçi bir inancı temsil etmektedir. Filmin senaristlerinin ezoterik öğretiye hâkim oldukları ve İsa'nın İmparatorluğu'ndan taraf oldukları tema usulca yapımın içerisine serpiştirilmiştir. Şaşırtıcı olan ise yıllar boyunca bu yapımın yalnızca ahlâk üzerinden değerlendirilmesi ve dar bir bakışa sıkıştırılmasıdır. 

24 Eylül 2023 Pazar

BİNYILCI GNOSTİK AKIMLAR VE GELENEKSEL ENERJİ ŞİRKETLERİNİN İTTİFAKI: YIKIM PROJESİ DESTEKÇİLERİ

 ONUR DİKMECİ


Bir din temellendikten sonra içerisinden mezheplerin ya da bu dinin öğretilerini taşıyan gnostik grupların çıkması kaçınılmazdır. Bu değişmez kuralı taşıyan dinlerin başında Hristiyanlık gelmektedir. Hristiyanlık içinden doğan ve güçlü bir ekolü temsil eden Adventist hareketlerin etkisi günümüzde sosyal ve siyasi yapıda güçlü biçimde devam etmektedir. Adventistlik yakın gelecekte İsa Peygamber’in dünyaya döneceğine inanan kişi demektir. Bu öğretinin kökeni 19. Yüzyılda yaşayan William Miller’e dayanmaktadır. Onun isminden hareketle Millerizm, İsa Peygamber’in yeryüzüne geleceği inancını ifade etmektedir. 

Miller, 1843 yılında İsa’nın yeryüzüne döneceğini ilan etmişti. Ancak o tarihte herhangi bir dönüş yaşanmayınca hesap hatası yaptığını açıkladı. MÖ 1 ile MS 1 arasını, 2 yıl yerine 1 yıl olarak hesaplamıştı. Bu sefer ay da vererek 22 Ekim 1844 yılında İsa’nın geleceğini kesin dille ilan etmiştir. Müridleri bütün mülklerini satarak o günü beklemeye başladılar fakat yine İsa’nın dönüşü gerçekleşmeyince derin bir hayal kırıklığı yaşamışlardı. İnanç bir kere ekolleştikten sonra artık tedavülden kaldırılamayan psikolojik bir gereklilik halini almaktadır. Millerizm tamamen silinmemiş ve içten bölünmüştür. Bu bölünmenin bir grubunu Yehova Şahitleri, bir bölümünü Yedinci Gün Adventistleri ve diğer grubunu da David Koresh’in liderliğinde “Waco Grubu” temsil etmektedir. Özellikle ilk iki grup Adventistlikle Yahudiliği bağdaştırıcı formüller üretmiştir. Yehovacılar 144.000 “imanlı” Yahudiye kurtuluş tanırlar. Yedinci Güncü akım ise Cumartesini kutlu gün kabul ederken Tevrat’ta yer alan On Emir’e uyulmasını zorunluluk kabul eder. 

Bu noktada Milenyalizm ile Mileryalizm karıştırılmamalıdır. Milenyalizm, Binyılcılık anlamına gelir ve daha kapsamlıdır. Milenyalizmde kendi içerisinde mezheplere bölünmüştür. 

Post-Milenyalizm: Dünya’nın barış sürecine sahne olacağını ve İsa’nın bu evrede geleceğini bildirmiştir. Ancak dünya savaşları ve bölgesel çatışmalar bu akımı kısa sürede haksız çıkarmıştır. 

A-Milenyalizm: Tanrısal adalet İsa’nın gelişinden sonra Kilise ile sağlanmaya devam etmektedir. Şu anda dünyada Tanrı’nın iradesi hâkimdir ancak Tanrısal Krallık için İsa dönmelidir ve dönecektir. 

Pre-Milenyalizm: Dünya giderek kötüleşecek ve yaşanamayan bir hale dönecektir. Bu acıların sonunda İsa gelerek BinYıllık krallığını kuracaktır. 

Amerikan toplumsal yapısı ve siyasetinde etkin olan Evanjelizm, Pre-Milenyalist görüşten beslenmektedir. Yeni Muhafazakâr akımda etkin olan Evanjelistler, Tanrı’yı kıyamete zorlamak ve Ortadoğu merkezli yıkım savaşını başlatmak için makro anlamda bazı lobilerle birlikte siyasal mühendisliğe soyundular. Ülke işgalleri ve terör örgütlerinin kurdurulmaları bu stratejilerdendir. Mikro olarak ise kendi içlerinde gizli ve kanlı kurban törenlerinide içeren faaliyetlere devam etmektedirler. 

Hristiyan ve Musevi ezoterik elitlerin işbirlikleri dahilindeki inançsal temelli Ortadoğu Yıkım Savaşı/Armageddon için zeminin uygun hale getirilmesi için şu tedbirleri süratle uygulamak isterler; 

- Arap ülkelerinin karbon kaynaklı yakıt satışlarının yüksek fiyatlı olarak devam etmesi

- Üretim yapmayan ve sıcak para girişine sahip olacak bu devletlerin yoğun silahlandırılmaları

- Din temelli gruplar ve mezhepçiliğin körüklenmesi

- İsrail’in petrol ve doğalgaz taşıma hamlelerinin akamete uğratılması 

- Bir oldu bittiyle savaşın başlatılması ve Türkiye’nin dahil edilmesi. 

Gündemdeki her konu mutlaka teoloji ya da metafizik bir bağ ile ilişkilidir. Örneğin Ortadoğu ülkeleri üretim ve katma değere yönelirlerse emek ve entelektüel sermaye ortaya çıkar. Böyle bir ortamda sekülerleşen devletler din temelli savaştan kaçınacakları gibi bilime katkı sunan yapılarıyla farklı bir mizaca sahip olabilirler. Klasik enerji, karbon ve petrol düzeni “Binyılcı Gruplar” ve maşaları tarafından sürdürülmek isteniyor. Karbonsuz dünyada gelirini kaybedecek Ortadoğu ülkeleri başlangıçta göç verecek ve acılar yaşanacaktır. Ancak böyle bir ortamda kendi dertlerine düşen ülkeler Kudüs merkezli bir savaşı gündemlerine bile getiremezler. İsrail ise büyük lobiler nezdinde hiçbir anlam ifade etmediği için kendisine fırsat yaratan süreci oluşturamaz. Dinsel inançları kontrol eden gruplar gerçektende İsrail ve Yahudilerle dalga geçerek onları alt sınıf olarak niteliyorlar. Dijital bir dünyada savaşları, robotlar yapacağından insanlar keyiflerine bakacak ve modası dolmuş bazı inançların peşinden koşmayacaklardır. Kainatın merkezi Ortadoğu değildir ve yeni Tekillik Devrimi, yerleşik gnostik inançlar, Binyılcı Akımlar ve klasik tröstlerce hedef alınmaktadır. 

12 Ağustos 2023 Cumartesi

FİGHT CLUP: EZOTERİK BİRİKİMDEN KÜLT CEMAATLER ÖĞRETİSİNE DERİN GÖNDERME

Fight Clup filmin ötesinde felsefi ve teolojik ögeleri yoğun barındıran bir yapımdır. Bu yapım bir aksiyon filmi değil geçmiş ve gelecek arasında bazı bakımlardan köprü kuran yoğun sembolizma temalı bir hikayedir. Bu analiz filmin özetinden ziyade gizli mesajlarına değinmektedir. 

Filmde sakin ancak sıradan bir hayat geçiren Edward Norton, Tyler Durden’ı tanıyınca yaşantısının değiştiğini farkedecektir. Gerçi Norton’un tanıdığı yeni biri de yoktur şizofrenik kişilik bölünmesi yaşamaktadır. Kendisini yeni arkadaşı olarak inandırdığı Durden zihninin oyunundan ibarettir ve bu durum tam anlamıyla şizofrenik bir vakaya işaret eder. Durden kalıpları kabul etmeyen ve âdeta inisiye edilen haliyle uyanan ve etrafındakileri elinden geldiğince uyandırmaya gayret edeni mizacın temsilidir. Kurduğu Dövüş Klubüne katılım belirli standartlara bağlıdır. Kabul için gelen üye adayları günlerce kapıda yataksız, yersiz ve yiyeceksiz bekletilir. Her seferinde bu klübe uygun olmadıkları kulaklarına bağrılır itilip kakılır ve gerektiğinde sopalarla vurulur. Eşsiz direniş gösterenler artık bu örgütün temsilcileri olurlar. Her sosyal gruptan insan dövüşerek bütün hınçlarını kusarlar. Tabiiki bu atraksiyonu Dövüş Klübünün sarsılmaz birinci kuralı olan “Konuşmamak” yasası üzerine kurmuşlardır. Suskunluk ve gizlilik bu yapıya mistik bir hava katarken klüp üyeleri her büyük banka ve finans kuruluşunu havaya uçurmaktadırlar. Bu gizemli örgüt her yere uzanmıştır. Bir ara Norton’u sorgulayan polislerin bile çoğunluğu Dövüş Klübü mensubudurlar. Sosyalizmin kapitalizme karşı savaşını andıran bir neticeyle noktalanan Dövüş Klübü bir yandan Antik Yunan Felsefesinin bir bölümüyle ilgili ezoterik birikime vurgu yaparken diğer yandan özel ve mesiyanik kurtarıcı kültüne sahip olan cemaat düzenini aktarmaktadır. 


ANTİK YUNAN EZOTERİZMİ


Delf tapınağında annesiz yetiştiğine inanılan Orfe, Yunan bölgesinden Mısır’a geçerek Osiris Kardeşlik Örgütünce inisiye edilmiştir. Ancak bu süreç 20 yıllık bir zaman dilimini almıştır. Ülkesine döndüğünde Hermetik Diyonizos felsefesinin temelini atmıştır. Bu felsefede her şey BİR’dir. Orfeik öğretide en büyük Tanrı Zeus’dur ve Diyonizos onun oğludur. Diyonizos’un Mısır’da ki karşılığı ise Horus’dur. İşte insanlar bu Diyonizos’un parçalarıdır yani ikincil tanrılardır. Fakat bu sona kavuşabilmek için Aristo’ya göre inisiye şarttır bunun içinse zihinsel olgunluğu şart koşmuştur. Platon bu duruma öyle önem verirki bir eserinde “İnisiye olmadan ölenler doğrudan Hades’e gider inisiye olanlar Tanrılaşırlar” ifadesini kullanmıştır. Bu öğretinin inanışına göre kutsal kent Eluisis, Diyonizos törenlerine şahitlik etmektedir. Eluisis’in koruyucusu ise doğa ve bereket Tanrıçası Demeter’dir. Her sene 30 bin hacı yaklaşık 30 kilometre yürüyerek Eluisis’de inisiye edilirler. Yürüyüşe başlamadan saçları traş edilir yürüyüş sırasında ise Eluisis çıraklarının taciz ve tartaklamalarına maruz kalırlar. Burada amaç kişinin benlik duygusunu kırabilmektir. Mabette ise karanlıktan aydınlığa geçiş sahnelenmektedir. 

Orfe’den iki asır sonra doğan Pisagor, felsefenin ilk tanımını yapan kişidir. Orfe geleneğinden Delf Mabedinde eğitime alınarak önce Mısır’a giderek yine Kardeşlik Örgütü’nde eğitilmiş ve ardından Babil yolculuğu başlamıştır. Ülkesine döndüğünde kendi eğitim akademisinin kurucusu olmuştur. İnisiye koşulları ve süreci ise ilgi çekicidir. Blr kere bu yapıya herkes kabul etmemektedir. Önce kişi bir mağaraya bırakılır ve bir gece geçirmesi istenir. Kabul etmeyenler ya da vaz geçenler daha baştan elenmiş olurlar. İkinci aşamada Pisagor geometrik sembollerden oluşan bir şeklin çizimini vererek bunun manasını istemektedir. Yanıt için 12 saat verilir ve bu süre zarfında adaya yine yiyecek verilmez. Başarılı olanlar ise üçüncü aşamaya alınacaklardır. Bu aşama çıraklar tarafından gururun kırılması dönemidir. Hakaret ve tartaklamalar ardı ardını izlerken bazen sopalarla adaya vurulur. Bütün bu süreci zaten Pisagor uzaktan izlemektedir. Yine benliğini söndürerek sabır edenler artık öğrenci olmaya hak kazanırlar ve Novice denilen sürece tabi tutulurlar. Minimum 2 en fazla ise 5 yıl devam eden sürecin en önemli öğretisi “suskunluk” yasasıdır. Müridler mümkün olmadıkça konuşmazlar ve bunu yaşam felsefesi olarak kabul ederler. Kişinin böylelikle sezgisel yeteneklerinin geliştirilmesi umulur çünkü Tanrı ve Yaradılış gibi kavramları sezgi olmadan açıklamak olanaklı değildir. 

Yine bazı geçmiş ve güncel ezoterik tarikat  yapılanmalarında müridler her muameleye rağmen genellikle bu örgütlerden kopamazlar. Ayrıca tarikat liderlerinin ruhi anlamda bozuk ve şizofren olduklarıda kuvvetli iddialardır. Şizofrenik ruhi hal ya da sara için Peygamber Hastalığı temasıda kullanılır. Gerçektende Şamanik ritüellerde Kam ya da şaman adayı titreme nöbetleri geçirebilir. Bu durumun bir sara krizi olduğu teşhis edilmiştir. Bu hastalığa sebep olan beyin bölgesi aynı zamanda boyut ve duru görü kavramını destekleyen kısımdır. 


FİGHT CLUP - ANTİK YUNAN EZOTERİZMİ - NEW AGE BATINILİĞİ BENZERLİKLERİ


  • Fight Clup filminde müridlerin benliklerinin parçalanması teşebbüsleri, Yunan ezoterik geleneğinin canlandırılmasıdır. 
  • “Suskunluk Yasası” hem Pisagor Mabedinin ilk eğitim basamağı hem de cemaat-tarikat ya da New Age yapıların temel ilkesidir. 
  • Fight Clup müridlerinin elllerini kimyasalla adeta mühürlerken simgelere gönderme yapmaktadır. Bütün ezoterik birikim ise tarihte semboller üzerine kurulmuştur. Örneğin Pisagor Akademisini temsil eden üçgen dokuz noktadan oluşmaktadır. Gnostizmde dokuz rakamı Volkan’ı temsil etmektedir. Volkan bazı Ortadoğu ve Yunan bölgelerinde asli cevherdir ve Zerdüştlüğün ibadetidir. Fight Clupta da yoğun ateş teması kullanılarak bu ateşin huzur getirdiği açıklanmıştır. 
  • Figt Clup’ta yer alan saç traşı hem Elusis hem de Pisagor Okulu’nun ritüelidir. Her ezoterik cemaatin ortak simgeleri ya da sembolleri bulunmaktadır. 
  • Fight Clup’ta Norton/Durden, Kutsal Mesih’i temsil eden mensuplarının sualsiz itaat ettikleri ulvi bir şahıstır. Her kült hareketin mutlaka kurtuluş ögesi bulunmaktadır ve her biri kurtarıcı örgütler iddiasındadırlar. 
  • Fight Clup mensuplarının sermayeye açtıkları savaş yakın çağın en özgül ve batıni iki hareketinin liderleri olan Jim Jones ve David Koresh’de de görülür. Onlar bu mücadeleyi Deccal’a karşı verilen savaş olarak anlatırlar ve sosyalizmin zaferini yakın görürler. Bunun dışında her kült örgüt yerleşik sermayeyi reddederek kendi ekonomik alt yapılarını geliştirmek isterler. 
  • Her kült hareketin liderleri aşırı davranışlarıyla şizofrenik tanı olarak açıklanmak isterler. Tarihi olarakta Orfe’nin bu yönüne yoğun vurgu yapılır hatta yaşamadığı öne sürülerek belirsizleştirilmektedir. 
  • Her kült hareket Aydınlık ve Karanlık savaşını içerir. Aydınlığın mücadelesi her yöntemi içerebilir ve kutsaldır. Antik Yunan’da “Bir” ve “Belial” mücadelesinden Delf , Pisagor Mabedi ve Academia’ya kadar uzanan bitmek bilmeyen bir savaş dönemi mevcuttur. Figt Clup, terör yöntemlerini bile kutsamaktadır. 

Figt Clup’ın hikayesi ve göndermesi bu gibi noktalara değinmektedir. Egolarınızdan kurtulurken başka bir topluluğun parçasıda olabilirsiniz. Zincirlerinizi kırmaksa sizleri daha kuvvetli halkalarla başka bir yapıya bağlayabilir. Bağımlı insan özgürdür ya da özgürlük esas bağımlılıktır ikilisi her anamızı sarmıştır. İnanç ve ezoterik semboller hayatın her anında ve alanında karşılaşılabilinecek gerçeklerdir. Herkes ve her yapı kurtuluşlarını savaşa dayandırırlar ve sonsuz sadık askerlerini beklerler. Filozoflar, bilginler, tarikat mensupları, hatta peygamberlerin bile nasıl ruh hallerine sahip oldukları tartışma konusuyken kimileri için kurtarıcı kimilerine göreyse şizofren meçhullerdir. Norton/Durden’in de şizofren mi yoksa kurtarıcı olarak mı kabul edildiği takipçilerinin beklentilerine ve yetişme tarzlarına göre belirlenecektir. 


ONUR DİKMECİ 

9 Aralık 2020 Çarşamba

MODERN EZOTERİZM VE SİYASET ÜZERİNE ANALİZLER

 

Onur Dikmeci

                                                                            09.12.2020

 

 

 

Aydınlanma dönemi yalnızca Sanayi Devrimine yol açmadı kültürel olarakta değişimler öğretilerin yeniden tasarlanarak gündeme getirilme motivasyonunu artırdı. Din adına otoriteyi ellerinde bulunduranların yanlış uygulamalarının da körüklediği süreçle yalnızca Protestanlık gibi yeni akımlar doğmadı pozitivizm, dinin dönemi yerine bilimin dönemini ilan etti ve örneği Newton bu dönemin Peygamberi ilan edildi. Pozitivizmin körüklediği Sosyal Darwinizm ise siyasi olarak militarizm ve ‘Jeopolitik Yaşam Alanı’ teorilerini beslemiştir. Böylece 20. Yüzyılda Naziler gibi militarist-yayılmacı oluşumlar bu yapılarını aynı zamanda spirütel ve gnostik bloklar üzerine oturttular ve yeni dönemin ezoterik siyasi koşulları oluşmaya başladı.

Modern dönem ezoterizminde Almanya merkezli Nasyonel Sosyalistlerin birikimi büyük önem taşır. Resmi ideolojiyi kurgulayan Alman önderler aynı zamanda ya mason ya Bektaşi ya da kendi içerisinde belirli sembol ve ritüelleri olan gizli cemiyetlerin mensubudurlar. Bu cemiyetin en önemlilerinden birisi ise Kara Taşın Lordları isimli yapıdır. Bu locanın simgesi bile Babil’e atıfta bulunmaktadır çünkü Kanatlı Boğa kullanılmaktadır. Hibrit/melez canlılar antik ezoterizmde sık karşılaştığımız figürlerdendir ve Tanrı-İnsan melezlerinden sonra önemli bir grubu oluştururlar. Naziler’in kökenlerini kadim uygarlıklara dayandırmaları sonucunda Ortadoğu’ya pek çok kez ziyaret düzenlenmiş ve bu bölgeden uzmanlar getirtilmiştir. Giz, gizem, büyü, Feld Meraşellerin en önemli sorumlulukları haline gelmiştir. Öyle ki Hitler bile Ruh çağırma seansları için ekibiyle birlikte saatler süren uçak yolculuklarına çıkmışlardır.

1960’lı yıllardan sonra ezoterizme başka bir boyut daha eklenmiştir. Lavey’in 1966 yılında kurduğu Şeytan Kilisesi her ne kadar ‘’Lucifer’’in yeniden dönüşü olmamışsa da şeytanı kurumsallaştırmıştır. Yalnız bu öğreti bir varlığa tapınmadan çok insan doğasının negatif yönleriyle yüzleşmeyi aktaran rahmani inancın tamamen dışında akımdır. Satanistler Şeytan Kilisesi ile sınırlı kalmamıştır. Bu grupları siyah giyenler ve kedi kesenler olarak yorumlamak ise akımın ciddi boyutlarını görmeyi engelleyen avami üsluptur. Bu noktada Şeytan Kilisesi dışındaki satanistleri 3’ye ayırabiliriz.

a)      Şeytanın güzeller güzeli bir yaratıcı olduğuna inanalar. Bu gruba göre şeytan insanları yanlış yola sevk etmez aksine insanı yormayan ve katı kurallar koymayan bir yaratıcıdır. Ancak onun güzel ve insandan taraf dini ‘’Tanrı’’ tarafından provoke edilmiştir. Buna göre bu satanistler gerçek yaratıcılarına ulaşabilmek için Tanrı ve onun adına tebliğ edildiğine inanılan kitaplarını kabul etmeyeceklerdir. Tanrı, kutsal kitaplarda insanı zora sokan bir iradedir ve satanistler bundan kurtulmak istemektedirler.

b)      Bu gruptaki satanistler şeytanı bir anti tez olarak düşünmektedirler. Antik inançlardan beri genel yaratıcılar/büyük tanrılar ikiye ayrılır ve yeraltı-yerüstü olarak konumlanmıştır. Şeytanı, Tanrı’nın tam olarak karşıtı gören akım şeytanı tanrılaştırmıştır ve rahmani dinden tamamen uzaklaşmıştır.

c)      Lucifer’in iradesini hâkim kılmak isteyen gruplar ise daha fazla olumsuzluktan beslenmektedirler. Aslında günümüzdeki küresel siyasi olaylar da bunu ispatlamaktadır. Bazı gruplar sanki daha fazla kaos, gözyaşı, zulümden beslenmektedir. Entropi yasasına göre kötülüğün yükselmesi, aydınlığı ve rahmani olanı gölgeleyecek ya da gündemden düşürecektir.

 

Günümüzde teknolojik cihazlar ve aşı karşıtlığı gibi tepkiler gösteren gruplar da tam anlamıyla paganist bir bakış sergilemektedirler. Çünkü antik toplumların da gericileri vardı ve onlar ata dinlerinden asla vaz geçmezlerdi. Çünkü bu bir sosyal gereklilik olduğu gibi aynı zamanda ekonomik sistemdeki egemenlik için gerekliydi.

Ezoterizm postmodern bir okumayla yakın tarihli olarak 2’ye ayrılabilir. Birincisi Rus mistizmidir ve Blavatsky’nin büyük katkıları olmuştur. Teosofist olan bu gruplar klasik rahmani inancı kabul etmezler. Ruhçuluk ve psişik akımlarla olan ilgileri bugün Rus istihbaratına da yansımıştır ve Rus istihbaratı, metafizik istihbarat konusunda yoğun çalışmalar sürdürmektedir. İkincisi ise Batı ezoterizmidir. Kolejlilerden itibaren Tapınakçılar, Siyon Cemiyeti, Merovenjler, Naziler ve daha fazlası olarak sıralanabilir. Yalnız Batı’yı da motive eden Doğu’dur başta Babil ve Mısır olmak üzere cemiyetlerin bu bölgelerle kültürel alışverişlerde bulundukları hatta bu coğrafyadaki kadim yapılardan arta kalanların Batı’ya taşındıkları da öne sürülebilir. Örneğin Doğu’nun en mistik örgütlerinden birisi Babil Kardeşliği’dir ve etkisi günümüzde de devam etmektedir. Doğu’da ise Mısır’ın merkez görünen konumu köprü işlevi görmesinden ibarettir. Antik Yunan’da Orfe ve Pisagor gibi inisiyeler Mısır’da eğitim görmüşler ve bu öğretileri Avrupa kıtasına taşımışlardır. Babil, Pers, Sumer hatta Göbeklitepe ezoterizmi aralarında yarıştırılırken son dönemde Hindistan ezoterizmi de öne çıkmaktadır. Öyle ki Hint destan ve mitolojik birikiminden günümüzde Avatarlar, tarih öncesi dönemlerde yaşanmış nükleer savaş, uçan ışıklı arabalarda seyahat eden tanrısal varlıklar aktarılmıştır. Dikkat edilirse günümüzde fantastik ve bilimkurgu içerikli yapıtlarda da bu ögelere bolca rastlanmaktadır. Bu birikimin en güncel inançlarından birisi ise ikiye ayrılmaktadır: a) Eski dönemlerde insanlık yüksek bir teknolojik birikime sahipti. Klasik tarihin ve dinlerin anlattığı insanlık tarihini gizlemeye yönelik bir örtüdür ve insan milyonlarca yıldır dünyada hüküm sürmektedir. Üstelik aktarıldığı gibi ‘Taş Devri’ gibi dönemler yaşanmamıştır ve geçmişte yüksek bir teknolojik medeniyet inşa edilmiştir. Hatta Mu ve Atlantis bu medeniyetlerin zirveleri olarak kabul edilir ve medeniyetlerin kendi aralarındaki savaşlar sonlarını getirmiş birikim yok edilmiştir. Ancak bu öğretileri taşıyan kişi ve gruplar varlıklarını sürdürmektedirler ve bunlarla temasa geçilmiştir. Bu durumda yakın gelecekte büyük bir algısal, ruhani ve teknolojik sıçrama yaşanacaktır. b ) İnsanlığın tarihsel dönemdeki gelişimi Anunaki benzeri ‘Göksel Varlıkların’ yardım teşebbüsleriyle gerçekleştirilmiştir. Hanok Kitabına göre Tanrı Oğulları hükmündeki bu varlıkları ifrit ya da başka boyutlardaki yaşam formları olarak düşünebiliriz. Bu Tanrı Oğullarının, insan kızlarından seçtikleriyle çiftleşmeleri hibrit bir soyu meydana getirmiştir ve bu soy günümüzdeki gelişmeleri şekillendirmektedir.

Geçmişte olduğuna inanılan teknolojik birikim, tanrısal varlıklar, pozitif ve negatif arasındaki savaşlar farklı coğrafyalarda ki inançlara işlenmiştir.

 

Büyük Piramit Savaşı

 

Piramitlerden okunabildiğine göre Büyük Piramit'te günümüzden on bir bin yıl önce ''tanrılar savaşı'' yaşanmıştır. Tabletler savaşın taraflarını doğu ve batı klanlarını temsilen Ninutra ve Marduk olarak göstermektedir. İnanna, nişanlısı Dumuzi'nin ölümünden Marduk'u sorumlu tutmuş ve Enlil, Ninutra, Adad, Samaş ve birliklerinin desteklerini almıştır. Marduk ise Enki'den başka, İsis ve Horus ile birliklerinin desteklerini almıştır. Bu ''tanrılar savaşı'' Mısır Sumer kayıtlarında önemli bir yer tutmaktadır. Ninutra'nın patlamaları adlı metinle beraber Samuel Galler'in sunduğu epik yazıtlar savaşı anlatmaktadırlar. Savaş uzadıkça Enki olmak üzere Batı Klanı geri çekilmiş ve Gize Kompleksine sığınmışlardır. Marduk, çevresi kuşatılmış şekilde direnişe devam ederken Güney Afrika'daki kardeşi Nergal yardıma gelerek tarafsızlığını bozmuştur. J. Bollenrücher'in ''Nergal'e Dua ve İlahiler'' adlı eseri bu süreci anlatmaktadır.

 

Horus ve demir insanlardan oluşan ordusu da çatışmalara katılmıştır. Demir işleme sanatını bilen Horus bunu mahiyetine öğretir ve Mısır'ın yönetimi için ordu kurar. İşte bu savaşta gözünden vurulan Horus gözünü kaybedecektir. Geçmişte ve günümüzde ezoterik bütün yapılanmaların sembolleri arasında kullanılan göz, bu paganik dönemdeki savaştan ilham almaktadır.

Savaşın sonunda Marduk, İnanna tarafından cezalandırılmış ve Büyük Piramit'e diri olarak gömülmüştür. ''Yargılayan Yedi Tanrı'' ya da ''Yedili Konsey''de cezayı onaylamıştır. Bu olayın kayıtları Aşur ve Ninova kalıntılarında bulunan kil tabletlerde karşımıza çıkmaktadır. Metin Marduk'un ölmediğini ve hapsedildiğini belirtirken, piramitleri tasarlayan Thot'un yaptığı gizli geçit devreye girerek Marduk'un çıkartılmasını sağlamıştır. Piramit'in içine giren Ninutra ise görevi bir çeşit radyasyon yaymak ve gökyüzünü izlemek gibi özellikleri olan taşları paramparça etmiştir:

 

''Büyük Piramit, torunlarımın yakasını bıraksın, huzur, barış onlara mukadder olsun. Ana Tanrıça'nın çocukları taşı artık görmesin ve herkes ondan uzak dursun.''

 

Aslında bu birikimden yola çıkarak piramitin okültist ve negatif yapılanmalar tarafından sembol olarak kullanılmasının sebebini daha iyi anlayabiliriz. İki ayrı tarafın büyük savaşında, pozitif olan kazanmış ancak bahsedildiği gibi dünyaya hiçbir zaman huzur egemen olamamıştır.

 

Mahabharata Savaşı

 

 Bir bakışa göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir. Zeki canlılar arasında çıkan bir anlaşmazlığın, savaşa dönüşmesini ve o savaşta günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanılmasını anlatır.

Örneğin bir bölümde; içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da bulunduğu Vrishni´ler(antik bir klan), Salva adlı bir lideri kuşatırlar. Bunun üzerine zalim Salva; her yere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek “yükselir” ve sayısız cesur Vrishni genciyle beraber tüm bir kenti harabeye çevirir.

 Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre; savaşın yönetildiği bayrak gemisidir. Ve Salva´nın yaşadığı başka bir kentte bulunmaktadır. Yani oradan kalkıp, savaş alanına getirilmiştir.

Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır. Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları dahi durdurmaktadır. Silah için “savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından kurtulamaz” tanımı yapılır. Ve Salva, Krisnha´ya doğru düşer.

Krisnha; Salva´nin düşüşünü izlemeye başlar. Fakat Saubha adlı araç göklere, özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın ona doğru fırlatır. Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar. Ne gece ne de gündüz vardır, zaman anlaşılamaz.

 

Krishna´nın, Salva´nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahlara ait, ses ve etki tasvirleri, aynen günümüz modern silahlarına benzemektedir:

“Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütunları yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. Gökte büyük gürültüler oldu.”

Ve sonra Saubha´nın görünmez olduğu anlatılır. Sanki Krisnha; hedefi hiç şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun sesiyle savaşçılar ölürler, Salva´nın askerleri “Danavalar” acı çığlıklar atarak yerlere düşerler,

Onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Sauba kaçmak için karşı saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha “özel ateş silahı”nı kullanır.

Bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk, Saubha´yı ikiye böler. Uçan “kent” gökten yere düşer ve Salva ölür.

 Bu olay, Mahabharata´nın sonudur. En garip silahlardan birisi Pradyuma´nın kullandığı özel oktur, bu okun öldürücü gücünden hiç kimse, hatta tanrılar dahi kurtulamaz. Agneya´nın kullandığı silah ise, alevli ama dumansız ateş okudur.

 

 Savaş alanına birden bir karanlık yayılır, kimse çevreyi göremez ama gece olmamıştır. Vahşi bir rüzgâr başlar, bulutlar kükrer, toz ve çakıl taşları yağmaktadır. Doğa dengesini yitirir, güneş gökte sallanmakta, dünya titremekte, korkunç silahtan yayılan kavurucu sıcaklık, her şeyi yakmaktadır.

"Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururken, diğer canlılar buruşarak yere düşmektedir. Vahşi ışınlar gökten yağmur gibi yağmaktadır. Ve ateş fırtınasının yanı sıra Gurkha´nın silahının sesini duyanlar da ölürler."

 Bütün bunlar, nükleer bir patlamanın yanı sıra ardı sıra gelen radyoaktif çöküntünün de bire bir tarifi gibidirler.

 

Hint metinlerinde uçan araçlara “Vimanalar” denmektedir. Destanlara göre, Vimanalar iki katlıdır ve daire biçimindedir.Kubbelerinde bir giriş tüneli vardır. Yani tam anlamıyla bir uçan daireye benzerler.

Rüzgâr hızıyla uçarlar ve melodik bir ses çıkarırlar, Vimanalar´ın dört türü vardır. İnanılmaz ama bazıları tabak şeklinde, bazıları ise uzun silindir şeklindedirler yani sigar gibidirler.

Vedalar, antik Hindu şiirlerdir; bilinen en eski Hindu metinler olarak tanımlanırlar. Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anlatılır; ´Ahnihotra-vimana´nın iki motoru veya sistemi vardır, ´Elephant-vimana” ise daha gelişmiş bir araçtır. Ayrıca, “Kral balıkçı”, “İbis” adlı ve başka hayvan adlarının da verildiği Vimana türleri de anlatılır.

 

Görüldüğü gibi taraflar arasındaki savaş Hint pagan mirasında oldukça teknolojik kavramları içermektedir. Her ne kadar bu konuları inceleyenler bu savaşın nükleer tarafına vurgu yapsalar da biz aynı görüşü paylaşmıyoruz. O dönem için açıklanamayan hususların bu dönemdeki kavramlar üzerinden değerlendirilmesi bizleri doğru sonuca ulaştıramayacaktır. Ancak bir dualite, kozmik savaş mefhumu, altın çağ gibi dilimler diğer farklı coğrafyalarda yaşamış medeniyetler gibi Hindistan'da da karşımıza çıkmaktadır.

 

 

 

 

Titanomakhia

 

Yunan paganzimindeki Titanlar ve Tanrılar arasındaki savaştır. Bir titan olan Uranüs'ün oğlu Kronos babasını tahtından devirdikten sonra evrenin yöneticisi oldu ve zalimce bir yönetim sergiledi. Kronos'tan doğan bir tanrı olan Zeus, babası ve titanlara baş kaldıracak ve bu savaşta Olymposlu tanrılara önderlik edecektir. On yıl süren savaşın cepheleri titanların oturdukları Othrys Dağı, tanrıların oturdukları Olympos Dağı'dır. Süreç sonunda ateşe sahip olarak ödüllenerek gücüne güç katan Zeus ve grubu galip gelecektir. İki cephenin uzun ve yıkıcı biçimde insan üstü öğretilerle savaşmalarına bu öğreti oldukça iyi bir örnektir.

 

İskandinav, Mısır, Sumer, Yunanistan, Hindistan gibi kültürlerde iki cepheye bölünmüş taraflar, tarafların savaşı, savaşta gözlemlenen olağanüstü durumlar ve aydınlığın zaferi ortaktır. Kahramanlar ve olaylar bir parça değişmiştir ancak neticede varılan sonuç aynı olacaktır. Son yıllarda sıkça işlenen Armagedon kavramına kaynaklık eden İncil ve Tevrat'ta bu tarihi birikim yönünde işaretler bulunmaktadır. Fakat ''Güncel Armagedon'' yerine ''Paganik Armagedon''lardan bahsetmemizin sebebi kutsal kitapların kaynağını kadim medeniyetlerde arama teşebbüsü değildir. Bu teşebbüs başka çalışmaların ve niyetlerin amaçlarıdır. Günümüzdeki ultra zenginler, girişimciler ve karar mekanizmasında bulunan kişilerin ortak özellikleri; şahsi konutları, ofisleri, eşyaları ve yaşantılarının her diliminde pagan mirasını temsil eden nesneler ve işaretler taşımalarıdır. Evet, kişilerin çeşitli hobileri olabilir ve bu hobiler aralarında kadim medeniyetler ve tarih mefhumu yer tutabilir. Ancak dünyayı şekillendirmede önemli rol oynayan, cemiyetler, ezoterik yapılar, ezoterik şahıslar, futuristler ve türevlerinin ortak özellikleri işte bu pagan mirasının yansıtılmasıdır ve bu durum hobi/olasılık boyutunu ortadan kaldırmaktadır. Öyleyse Armagedon ve bu süreçte yaşanılacaklar inananlar için İncil ya da Tevrat kaynaklı olabilir fakat bu süreci kurgulayanlar için çok daha eski, bilinmez, ezoterik bir kaynaktan beslenmektedir ve bu kişilerle beraber cemiyetler için bu öğretinin hayata geçirilmesi yaşamsal bir mecburiyettir.

 

 

SONUÇ

 

20. Yüzyıl ezoterik metin, okuma, kavram, anlayış ve uygulamaların zirveye doğru çıktığı bir dönemi ifade etmektedir. Enigmatik çağ da denilen bu dilim gerçek ve sanalın birbirine karıştıkları ve zihinlerin daha da bulanacağı bir süreci anlatır. Soğuk Savaş döneminden itibaren din politikalarının ağırlık kazandığı politik bir gerçekliktir. Tanrı Tanımaz bir misyon üzerine inşa edilen Sovyet Devrimi dile daha 1940’larda ilkelerinden taviz vermiş ateist yayın organlarını kapatarak Pan-Ortodoks bir strateji benimsemiştir. ABD’nin başını çektiği Batı İttifakı ise siyaset ve din, din ve toplumsal yaşam konularını harmanlamayı istihbari ve askeri talimnamelerine işlemiştir. Bu noktada bir çelişki olduğu düşünülebilir. Nasıl oluyor da dinsel politikalara ağırlık verilirken aynı zamanda ezoterizmin yükseliş çağı yaşanıyordu. Ancak uygulanmaya çalışılan dinsel politikalar semavi dinlerin insanlığı kurtuluşa erdirecek tembihler yerine içi boşaltılan, provoke dilen ve ilkel gerici pagan âdetlerini yaşatmaya hevesli bir teşebbüste bulunduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Futurist Edebiyatçı Dan Brown, Başlangıç isimli kitabında sık olarak ‘’Tadlı Bilim Hüküm Sürer Karanlık Dini Öldürür’’ ifadesini kullanmıştı. Oysa ki semavi anlamda bir din zaten karanlık olamazdı. Din’in ilkel pagan adetleriyle karanlıklaştırılmaya çalışılması özellikle yeni nesillerde din ve bilim tartışmalarıyla din yerine bilim ikamesi görüşlerini doğurmuştur. Soğuk Savaş’ın politik stratejistleri belki bu yönde bir amacı belirlememişlerdi ancak insan doğasının sınırsızlığı kâğıt üzerindeki tasarıları da hükümsüz kıldı. İlerleyen dönemde yeni bir inancın icat edilmesi ya da yeni bir inanç ve ideoloji peşinde gidilmesinin, ABD’nin dağılması, NATO’nun dağılması, petrolün bitmesi, Nükleer savaş gibi fiillerle aynı sonuçlara yol açacağı düşünülmektedir. Bu bir yıkımdır ve her yıkımdan sonra inşa süreci başlamaktadır.

Bu inşanın kazanan tarafı kim olacaktır? Ezoterik cemiyetler ve kişiler bu birikimi yüksek sesli okumada ve tarif etmede belki daha yakın tarihli bir süreci anlatır. Birikim eski olsa bile modern tebliğcileri yenidir. Ancak bu yeniliklerine rağmen daha sistemli olmaları üstelik finans, teknoloji ve akademik çevrelerle iş birliği geliştirmeleri yeni medeniyetin kurgulanma sürecinde bu tarafın daha önde olduğunu göstermektedir.

 

 

 

 

 

 

4 Eylül 2019 Çarşamba

DÜNYA’YA BİÇİLEN YENİ DÜZEN: SOSYALİST ÜTOPYA VE FABİANCILAR !





Sumerlerin Hibrit çocukları, her coğrafyaya yayılırken Truva ve Hazar üzerinden özellikle Avrupa’da Hanedanlıkları oluşturdular; Hanedanlıklar birbirleri arasındaki evlilikleriyle “Kutsal Kan”larını korudular. İngiliz Kraliçe Mary’den sonra veliaht kalmayınca Tudor Hanedanı, İskoç Kralı James’i davet etti böylece Stuart Hanedanlığı Britanya’yı yönetmeye başladı. Karışma bu kadar değildi; önce iç savaşta Hollanda Orange Hanedanından William çağrıldı ve Kral oldu. Hannover Elektörü I. George’da İngiliz Kralı olarak tahta oturdu. George İngilizce bile bilmiyordu.!

Aslolan dil değil kan olduğu için aynı kanın farklı kolları İngiltere üzerinde buluşmuş oluyordu. Britanya adası önemlidir. Thomas Davidson İskoçya’dan 19. Yüzyılda “İnsan Hayatını Yeniden Dizayn Etmek” sloganıyla yola çıkınca teşkilatının adını koydu: Yeni Hayat Kardeşliği. Bu isim aynı zamanda Babil Kardeşliğine atıftır. Ancak tam manasıyla Tapınakçı Dante’nin Yeni Hayat isimli eserinden alındı. Dante, Vatikan’ın prestijini her daim çizen Dan Brown’un Cehennem adlı kitabına referans aldığı isimdir.!
İdeal düzeni yaratma emelindeki Fabian cemiyetinin sosyalist gençleri bu gönüllülüğü kabul etmediler ve ayrılarak kendi cemiyetlerini kurdular: Fabiancılar.

Kartacalı Hannibal’ı yenen Roma’lı General Fabius’tan esinlenilen isme sahip Fabiancılar hedeflerinide belirlemişlerdi: Sosyalist Ütopya ! Darbe ile kurulacak Tanrı Krallığını logolarında da işlediler. Logoya göre İki Fabiancı pergel ve gönye ile dünya inşa etmektedir.

Fabiancıların kollarıda kısa zamanda oluşturuldu. Bunlardan birisi Öjenik yani yaşlı, hasta, gereksiz herkes ölsün az sayıda ve son derece mükemmel bireyler yetişsin diyen bir öğretiyi uygulamak isteyen ESALEN ENSTİTÜSÜ İDİ. Enstitüde gen biyoloji çalışmaları yürütülmekteydi ve yazar A. Huxley’in girişimleriyle hayata geçirilmişti.

Bir başka yazar H. Wells ise kitaplarında Öjenik Irk gibi konulara değindi. Sevgilisi Margret Senger ise Planlanmış Ebeveynlik programı kurucusuydu. Bu program; Amerikalı kadınlara izin almadan doğum yapamaması vizyonu üzerine oluşturulmuştu.

Fabiancıların bir başka kolunu ise Helena Petronova Blavatsky’nin kurduğu Teosofi Cemiyeti oluşturur. Teosoficiler Sanat Kumara adlı Jüpiter menşeilli varlığa iman ederler ve bir gün bütün dinlerin anladıkları manada öze döneceklerine inanırlardı. Teosofi Cemiyeti üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Cemiyet dinlerin ve mezheplerin uzlaştırılabileceğinide öne sürmüştü. Onlara göre Yahudi felsefeci Aristobulus, Aristotales'in etiğinin Musa Peygamber'in Yasası'nın ezoterik öğretilerini temsil ettiğini doğruluyordu. Philo Judaeus, Tevrat'ın ilk beş kitabı, ile Pisagorasçı ve Platoncu felsefeyi uzlaştırmaya çabaladı ve Josephus, Karmel Essesiler'inin Mısır'ın Şifacılar mezhebinin takipçileri ve kopyalıyacıları olduğunu kanıtladığını düşünüyorlardı. Sonradan ortaya çıkan mezhepleride büyük dallardan çıkan filizlere benzettiler buna göre filizler aynı gövdeden yani Bilgelik Dini'nden çıkmıştı. Teosofi'nin amacı ise sonradan Yahudi olmayanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Putperestleri rekabeti ve kavgayı bırakmaya farklı kıyafetler altında aynı hakikate sahip olduklarını hepsinin ortak bir anadan geldiklerini hatırlatmaya çalışmaktı. Cemiyet amaçlarını üç başlık altında topluyordu: 1) Irk ve din ayrımı yapmadan İnsanlığın Evrensel Kardeşliğini sağlamak. 2) Dünya dinleri ile ilimlerine ait kutsal metinlerinin incelenmesini teşvik ve Eski Asya metinlerinin, Brahmanik, Budist ve Zerdüştçü felsefelerin önemini kanıtlamak. 3) Doğanın saklı gizemlerini ve insandaki psişik güçleri sorgulamak. Görüldüğü gibi cemiyet tam manasıyla okültist bir yapıyı temsil ediyordu. Cemiyet insanlara ''Nirvana''yı vaad ediyor ve çalışmaları sayesinde dogmatik yanılsamaların ortadan kalkmasıyla öğretilerinin her yere ulaşabileceğini ve Hakikat'ın Meşale Taşıyacısı'nın ortaya çıkmasıyla insanların birleşmiş şekilde ona katılacağını belirtmiştir. Teosoficilerde çoğu New Age akım gibi kıyametçi, mesihçi, mistik ve ideal insanı yaratmayı vaad eden yapıdadır. 

Fabiancıların kurduğu bir başka yapı ise Frankfurt Mektebi idi. Bu Mektep Yeni Dünya düzeni ile ilgilendi, Frankfurt’un seçilmesi ise tesadüf değildir. Bugün Avrupa Bankası nı bulunduran Frankfurt, Bauman’ın Rorthscild soyadını aldığı eyalettir.

Bu enstitülere bağlı çalışan felsefeci Bertnard Rusell ise şunları yazıyordu: “ Negatif nüfus politikası yürütmeliyiz. Planladığımız dışında doğumlar yasaklanmalıdır.”
Hanedanlıkların ve var ettiği Fabian Cemiyeti ile buna bağlı diğer enstitülerin amaçları: Sosyalist Ütopya= Nakitsiz Toplum, Planlanmış Çoğalma, Dinlerin İmhası ve Yeni Din, Nükleer İçerikli Savaş.

Ziya Gökalp, Halide Edip; Türk Fabianlar arasında gösterilsede gerçek bu değil. Türkiye Fabiancıları kuram geliştirmedi ancak bürokraside kimi zaman etkilerini gösterdi. Kurulan Milli Cumhuriyet bile “Milli Eğitiminde” Fabiancı ve Yuvarlak Masa üyesi John Dewey’i görevlendirdi. Dewey’in yazdığı rapor ile Darülfunun kapatılmıştı.
Günümüzün Hanedanlık Projesi: Tek Kuşak Tek Yol’dur. Pekin Londra hattına dikkat edin. Brexit, Londra’nın Türkiye ile bütünleşmesidir. Natocuların Türkiye’de tasfiyeleri tesadüf mü?



21 Nisan 2019 Pazar

DİJİTAL MEDENİYET VE GELECEĞİN İSTİHDAM KOŞULLARI: RENKLİ DÜNYALAR TEORİSİ





Dijital Medeniyet'te yapay zeka ve robotların yalnızca sosyal hayatta değil iş dünyasında da yer bulacak olmaları kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu durumda geliştirilme amaçlarının insanlığa hizmet ve insanların daha konforlu bir yaşam standartına erişebilmesi olduğu belirtilen akıllı makinalar ve dijital aktörler muhtemelen standart insanların rakipleri sonraki aşamada ise standart insanları egale edebilecek sistemin ana unsurları konumuna yükseleceklerdir. Özellikle iş dünyasında, insan-robot ve dijital ile ilgili çözüm önerileri içeren teoriler bulunmaktadır. Felaket senaryosu insanların topyekün iş kayıbına uğrayacakları ve huzur bulamayacakları olurken en iyimser senaryo ise insanların çalışmayı hobi olarak üstleneceği arta kalan zamanları ise sosyalleşme ve dijital entegreye ayıracağı yönündeki saptamalardır.
158 ülkede ofisi bulunan PWC, 2020'li yıllara ait iş ve çalışma grubu tahminlerini renklere ayırmak suretiyle kategorize etmiştir. Bu temel iş sahaları; Mavi, yeşil, kırmızı ve turuncu dünyalar olarak belirtilmiştir.

Mavi Dünya, her sektörde dev şirketlerin birleşmeleriyle oluşan böylece küçük ve orta boy işletmelerin tasfiye olacakları, sektörlerdeki ana etmenleri dev şirketlerin belirleyeceği sahayı anlatmaktadır. Bu ultra büyük şirketlerin bünyelerinde her türlü dijital program, akıllı robot ve yapay zeka uygulamaları ile genetik yapılarıyla oynanarak akıl ve fiziki kapasiteleri standartın ötesine taşınmış mutant süper insanların bulunacakları hibrit bir çalışma zemini oluşturulacaktır. Bu denli büyük finansal hacim ve bulunduğu döneme uygun istihdam faaliyetleri içeren Mavi Dünya mensupları siyasi karar vericileri de oldukça etkileyecekler muhtemelen karar vericilerin aralarında bulunacaklardır.

Kırmızı Dünya, genç, mucit seviyesinde zeka seviyeleri yüksek ve mevcut zeka potansiyellerini çok iyi işleyerek faydalanabilen kişilerin bulunacakları sahayı ifade etmektedir. Bu genç ve teknolojiyle entegre, teknolojik cihazları çok iyi kullanabilen popülasyon, startuplar, muazzam yazılım, genetik uzay çalışmalarına imza atabileceklerdir ve çok özellikli ürünler sunabileceklerdir.

Turuncu Dünya, günümüzün klasik sabit zaman ve sabit maaş kavramından oldukça uzakta belirli alanlarda uzmanlaşmış insanların belirli projelere ya da oluşturulacak çalışma gruplarına göre istihdam kabiliyetlerini ifade etmektedir. Turuncu Dünya mensupları için garanti iş, uzun vadeli ve kazançlı meslek gibi kavramlar geçerli olmayacaktır. Tabi bu sahaya mensup insanların uzmanlıkları dahilinde parçalı hizmetlerde bulunabilmeleri ancak birden fazla dalda beceri geliştirmeleriyle mümkün olacaktır. Bu sebeple mezun olunan fakülteye göre istihdam olanağı ortadan kalkacak ve bunun yanında katılılan eğitim programları, ek deneyimler önem kazanacaktır. İnsanların birden fazla alanda uzmanlaşmaları ise otodidakt özellikle mümkün olabilecektir. Yani alaylı ve kendi kendine öğrenme metodları geçerli olacaktır. Uzaktan eğitim programları, sanal sertifikalar temel öğrenme araçları arasında gösterilmektedir. Buradan ortaya koyulması gereken durum aslında bilgi akışı yönünden sonsuz seviyede imkân olmasına rağmen bilinin işlenme ve değerlendirilme süreçlerinin önem kazanması öne çıkmaktadır. Yaratıcılık, analitik düşünme, analiz ve muhakame özellikleri Turuncu olarak ifade edilen sahaya mensup olan insanlar için bulunması gereken özellikler arasındadır.

Yeşil Dünya, diğer dünyalar arasında denge ve gözetleme işlevini de sürdürecek sivil toplum kuruluşlarını ifade etmektedir. Sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilmek ve bu alanda bir kariyer geliştirmek Türkiye için yakın ve sıcak bir kavram değildir. Ancak gelişmiş ülkelerde sivil toplum sayılarının fazlalığı ve işlevselliklerinin yüksekliği ile büyük hacimli bir STK hacmi oluşmuştur. Gelecekte sivil toplum kuruluşlarının hacimlerindeki artışlara bağlı olarak ise istihdam kabiliyetlerinin de yükselmesi beklenmekte diğer renklerle ifade edilen dünyalarda kendilerine yer bulamayanlar bu sahada istihdamı ve kariyeri düşünmektedirler. Yakın ve orta vadede Yeşil Dünya'ya mensup olan kuruluşların misyon ve görevlerinin şu şekilde olabileceği düşünülmektedir:


.Denetim ve gözetleme
.İnsan, dijital, robot gibi canlılar arasında uyumu sağlama ve hibrid dengeye katkıda bulunma
.Genel vatandaşlık maaşlarının ödenmesinde sorumluluk üstlenme
.Ekolojik istikrara katkıda bulunma
.Adaptasyon sorunlarıyla ilgilenmek

Dijital Medeniyet'in hemen her sahayı kapsayacak yeni gelişmeleri beraberinde getirmesi sivil toplum alanını da kapsayacaktır. Sivil toplum kuruluşları klasik örgütlenmelerini terk edecekler ve bünyelerinde robotlara ve yapay zekalara da yer vereceklerdir. Yöneticiliğini bedensiz bir yapay zekanın ya da robotun üstlendikleri kuruluşlara tanık olmamız beklenen bir gelişmedir. Yeşil Dünya içerisinde gösterilen sivil toplum kuruluşlarının çaba ve görevleri çok değerli olmakla birlikte insanlığın huzurunun teminatı gösterilmeleri doğru değildir. Çünkü önemli sivil toplum kuruluşları zaten en büyük şirketler tarafından kurulmuş ya da kurdurulmuştur. Buna göre Mavi Dünya'yı oluşturan şirketler ile Yeşil Dünya'nın sivil toplum kuruluşları büyük oranda aynı kapıya çıkabilir. Bu işbirliği ise diğer renklerde ifade edilen çalışma sahalarını tehlikeye sokabilecek ve tek bir otorite yaratacaktır. Bu yüzden sivil toplumun yalnızca hayatın isteklerine karşılık verecek ölçüde düzenlenmeleri önemlidir.
Bu çalışmayı okuyan ve değerlendiren pek çok kişi neredeyse on yıl sonra yine iş hayatında bulunmaya devam edecekler ve mevcut dört renkle kategorize edilmiş dünyalardan yani çalışma sahalarından herhangi birisine dahil olacaklardır. Mavi ve Kırmızı Dünya seçeneklerinde istihdam edilmenin çok olası bulunmadığını düşünüyoruz. O hâlde geriye Turuncu ve Yeşil Dünyalar kalmaktadır. Analiz ve muhakeme yeteneğinin ender insanlarda bulunması sebebiyle ise Yeşil Dünya kategorisinde yer alan sivil toplum kuruluşları temelli bir kariyer bu çalışmanın okuyucularının ekseriyeti için uygun olacaktır. Bunun için şimdiden topluluk çalışmalarına dahil olmak ve geleceğin standartlarını belirlemek çok önemlidir.

Renklerle ifade edilen PWC'ye ait bu teori elbette kanun değildir ve bunun dışında gelişmelerde yaşanabilir. Ancak günümüzün mevcut koşulları ve futurist tahminlere göre bu yönde benzer yaklaşımlar geliştirmek mantıksız değildir. Fakat bu kategoriler belli bir süreçle ilgilidir. Eğer gündemdeki teoriler yani Avatar Projesi, Singularity, Akıllı Dijital Canlılar var edilebilirse bu renkli teorilerde ortadan kalkacaktır. Çünkü insanlara istenilen yetenek daha doğmadan yüklenecektir. Dahası insan klasik insan kavramını geride bırakacak, çipler, nano botlar ve sensörlerle donatılacaktır. Ayrıca bu özellikteki insanlar bile yapay zekanın ortaya koydukları çözümlemelerle yarışamayacaktır. Burada ise yine o bilindik kısır döngü karşımıza çıkacaktır. Yani insanın misyonu tamamlandığında hangi kariyere geçiş yapacağı yönünde kapsamlı teoriler geliştirilmelidir.
Renkli dünya teorileri ya da çalışma sahalarını kategorize eden tanımların geçerliliğinin 30-35 yıl kadar geçerli olacağı olasılığı yüksektir. Kariyer, paralel kariyer, istihdam gibi kavramlarda neticede günümüze ait tanımlardır.

'KUBRA' ARACILIĞIYLA TEKNO DİN VE SEÇİLMİŞLİK OLGUSUNU YENİDEN DÜŞÜNMEK

  Kübra, seçilmişlik, inancın önemli kavramları gibi konuların farklı biçimde analiz edilmesini gerekli kılmıştır. Yapım gerek dinler tarihi...