Onur
Dikmeci
09.12.2020
Aydınlanma
dönemi yalnızca Sanayi Devrimine yol açmadı kültürel olarakta değişimler
öğretilerin yeniden tasarlanarak gündeme getirilme motivasyonunu artırdı. Din
adına otoriteyi ellerinde bulunduranların yanlış uygulamalarının da körüklediği
süreçle yalnızca Protestanlık gibi yeni akımlar doğmadı pozitivizm, dinin
dönemi yerine bilimin dönemini ilan etti ve örneği Newton bu dönemin Peygamberi
ilan edildi. Pozitivizmin körüklediği Sosyal Darwinizm ise siyasi olarak
militarizm ve ‘Jeopolitik Yaşam Alanı’ teorilerini beslemiştir. Böylece 20.
Yüzyılda Naziler gibi militarist-yayılmacı oluşumlar bu yapılarını aynı zamanda
spirütel ve gnostik bloklar üzerine oturttular ve yeni dönemin ezoterik siyasi
koşulları oluşmaya başladı.
Modern
dönem ezoterizminde Almanya merkezli Nasyonel Sosyalistlerin birikimi büyük
önem taşır. Resmi ideolojiyi kurgulayan Alman önderler aynı zamanda ya mason ya
Bektaşi ya da kendi içerisinde belirli sembol ve ritüelleri olan gizli
cemiyetlerin mensubudurlar. Bu cemiyetin en önemlilerinden birisi ise Kara
Taşın Lordları isimli yapıdır. Bu locanın simgesi bile Babil’e atıfta
bulunmaktadır çünkü Kanatlı Boğa kullanılmaktadır. Hibrit/melez canlılar antik
ezoterizmde sık karşılaştığımız figürlerdendir ve Tanrı-İnsan melezlerinden
sonra önemli bir grubu oluştururlar. Naziler’in kökenlerini kadim uygarlıklara
dayandırmaları sonucunda Ortadoğu’ya pek çok kez ziyaret düzenlenmiş ve bu
bölgeden uzmanlar getirtilmiştir. Giz, gizem, büyü, Feld Meraşellerin en önemli
sorumlulukları haline gelmiştir. Öyle ki Hitler bile Ruh çağırma seansları için
ekibiyle birlikte saatler süren uçak yolculuklarına çıkmışlardır.
1960’lı
yıllardan sonra ezoterizme başka bir boyut daha eklenmiştir. Lavey’in 1966
yılında kurduğu Şeytan Kilisesi her ne kadar ‘’Lucifer’’in yeniden dönüşü
olmamışsa da şeytanı kurumsallaştırmıştır. Yalnız bu öğreti bir varlığa
tapınmadan çok insan doğasının negatif yönleriyle yüzleşmeyi aktaran rahmani
inancın tamamen dışında akımdır. Satanistler Şeytan Kilisesi ile sınırlı
kalmamıştır. Bu grupları siyah giyenler ve kedi kesenler olarak yorumlamak ise
akımın ciddi boyutlarını görmeyi engelleyen avami üsluptur. Bu noktada Şeytan
Kilisesi dışındaki satanistleri 3’ye ayırabiliriz.
a) Şeytanın
güzeller güzeli bir yaratıcı olduğuna inanalar. Bu gruba göre şeytan insanları
yanlış yola sevk etmez aksine insanı yormayan ve katı kurallar koymayan bir
yaratıcıdır. Ancak onun güzel ve insandan taraf dini ‘’Tanrı’’ tarafından
provoke edilmiştir. Buna göre bu satanistler gerçek yaratıcılarına ulaşabilmek
için Tanrı ve onun adına tebliğ edildiğine inanılan kitaplarını kabul etmeyeceklerdir.
Tanrı, kutsal kitaplarda insanı zora sokan bir iradedir ve satanistler bundan
kurtulmak istemektedirler.
b) Bu
gruptaki satanistler şeytanı bir anti tez olarak düşünmektedirler. Antik
inançlardan beri genel yaratıcılar/büyük tanrılar ikiye ayrılır ve
yeraltı-yerüstü olarak konumlanmıştır. Şeytanı, Tanrı’nın tam olarak karşıtı
gören akım şeytanı tanrılaştırmıştır ve rahmani dinden tamamen uzaklaşmıştır.
c) Lucifer’in
iradesini hâkim kılmak isteyen gruplar ise daha fazla olumsuzluktan
beslenmektedirler. Aslında günümüzdeki küresel siyasi olaylar da bunu
ispatlamaktadır. Bazı gruplar sanki daha fazla kaos, gözyaşı, zulümden
beslenmektedir. Entropi yasasına göre kötülüğün yükselmesi, aydınlığı ve
rahmani olanı gölgeleyecek ya da gündemden düşürecektir.
Günümüzde
teknolojik cihazlar ve aşı karşıtlığı gibi tepkiler gösteren gruplar da tam
anlamıyla paganist bir bakış sergilemektedirler. Çünkü antik toplumların da
gericileri vardı ve onlar ata dinlerinden asla vaz geçmezlerdi. Çünkü bu bir
sosyal gereklilik olduğu gibi aynı zamanda ekonomik sistemdeki egemenlik için
gerekliydi.
Ezoterizm
postmodern bir okumayla yakın tarihli olarak 2’ye ayrılabilir. Birincisi Rus
mistizmidir ve Blavatsky’nin büyük katkıları olmuştur. Teosofist olan bu gruplar
klasik rahmani inancı kabul etmezler. Ruhçuluk ve psişik akımlarla olan
ilgileri bugün Rus istihbaratına da yansımıştır ve Rus istihbaratı, metafizik
istihbarat konusunda yoğun çalışmalar sürdürmektedir. İkincisi ise Batı
ezoterizmidir. Kolejlilerden itibaren Tapınakçılar, Siyon Cemiyeti,
Merovenjler, Naziler ve daha fazlası olarak sıralanabilir. Yalnız Batı’yı da
motive eden Doğu’dur başta Babil ve Mısır olmak üzere cemiyetlerin bu
bölgelerle kültürel alışverişlerde bulundukları hatta bu coğrafyadaki kadim
yapılardan arta kalanların Batı’ya taşındıkları da öne sürülebilir. Örneğin
Doğu’nun en mistik örgütlerinden birisi Babil Kardeşliği’dir ve etkisi
günümüzde de devam etmektedir. Doğu’da ise Mısır’ın merkez görünen konumu köprü
işlevi görmesinden ibarettir. Antik Yunan’da Orfe ve Pisagor gibi inisiyeler
Mısır’da eğitim görmüşler ve bu öğretileri Avrupa kıtasına taşımışlardır.
Babil, Pers, Sumer hatta Göbeklitepe ezoterizmi aralarında yarıştırılırken son
dönemde Hindistan ezoterizmi de öne çıkmaktadır. Öyle ki Hint destan ve
mitolojik birikiminden günümüzde Avatarlar, tarih öncesi dönemlerde yaşanmış
nükleer savaş, uçan ışıklı arabalarda seyahat eden tanrısal varlıklar
aktarılmıştır. Dikkat edilirse günümüzde fantastik ve bilimkurgu içerikli
yapıtlarda da bu ögelere bolca rastlanmaktadır. Bu birikimin en güncel
inançlarından birisi ise ikiye ayrılmaktadır: a) Eski dönemlerde insanlık
yüksek bir teknolojik birikime sahipti. Klasik tarihin ve dinlerin anlattığı
insanlık tarihini gizlemeye yönelik bir örtüdür ve insan milyonlarca yıldır
dünyada hüküm sürmektedir. Üstelik aktarıldığı gibi ‘Taş Devri’ gibi dönemler
yaşanmamıştır ve geçmişte yüksek bir teknolojik medeniyet inşa edilmiştir.
Hatta Mu ve Atlantis bu medeniyetlerin zirveleri olarak kabul edilir ve medeniyetlerin
kendi aralarındaki savaşlar sonlarını getirmiş birikim yok edilmiştir. Ancak bu
öğretileri taşıyan kişi ve gruplar varlıklarını sürdürmektedirler ve bunlarla
temasa geçilmiştir. Bu durumda yakın gelecekte büyük bir algısal, ruhani ve
teknolojik sıçrama yaşanacaktır. b ) İnsanlığın tarihsel dönemdeki gelişimi
Anunaki benzeri ‘Göksel Varlıkların’ yardım teşebbüsleriyle
gerçekleştirilmiştir. Hanok Kitabına göre Tanrı Oğulları hükmündeki bu
varlıkları ifrit ya da başka boyutlardaki yaşam formları olarak düşünebiliriz.
Bu Tanrı Oğullarının, insan kızlarından seçtikleriyle çiftleşmeleri hibrit bir
soyu meydana getirmiştir ve bu soy günümüzdeki gelişmeleri şekillendirmektedir.
Geçmişte
olduğuna inanılan teknolojik birikim, tanrısal varlıklar, pozitif ve negatif
arasındaki savaşlar farklı coğrafyalarda ki inançlara işlenmiştir.
Büyük Piramit Savaşı
Piramitlerden okunabildiğine göre Büyük Piramit'te günümüzden on bir bin
yıl önce ''tanrılar savaşı'' yaşanmıştır. Tabletler savaşın taraflarını doğu ve
batı klanlarını temsilen Ninutra ve Marduk olarak göstermektedir. İnanna,
nişanlısı Dumuzi'nin ölümünden Marduk'u sorumlu tutmuş ve Enlil, Ninutra, Adad,
Samaş ve birliklerinin desteklerini almıştır. Marduk ise Enki'den başka, İsis
ve Horus ile birliklerinin desteklerini almıştır. Bu ''tanrılar savaşı'' Mısır
Sumer kayıtlarında önemli bir yer tutmaktadır. Ninutra'nın patlamaları adlı
metinle beraber Samuel Galler'in sunduğu epik yazıtlar savaşı anlatmaktadırlar.
Savaş uzadıkça Enki olmak üzere Batı Klanı geri çekilmiş ve Gize Kompleksine
sığınmışlardır. Marduk, çevresi kuşatılmış şekilde direnişe devam ederken Güney
Afrika'daki kardeşi Nergal yardıma gelerek tarafsızlığını bozmuştur. J.
Bollenrücher'in ''Nergal'e Dua ve İlahiler'' adlı eseri bu süreci anlatmaktadır.
Horus ve demir insanlardan oluşan ordusu da çatışmalara katılmıştır. Demir
işleme sanatını bilen Horus bunu mahiyetine öğretir ve Mısır'ın yönetimi için
ordu kurar. İşte bu savaşta gözünden vurulan Horus gözünü kaybedecektir.
Geçmişte ve günümüzde ezoterik bütün yapılanmaların sembolleri arasında
kullanılan göz, bu paganik dönemdeki savaştan ilham almaktadır.
Savaşın sonunda Marduk, İnanna tarafından cezalandırılmış ve Büyük
Piramit'e diri olarak gömülmüştür. ''Yargılayan Yedi Tanrı'' ya da ''Yedili
Konsey''de cezayı onaylamıştır. Bu olayın kayıtları Aşur ve Ninova
kalıntılarında bulunan kil tabletlerde karşımıza çıkmaktadır. Metin Marduk'un
ölmediğini ve hapsedildiğini belirtirken, piramitleri tasarlayan Thot'un
yaptığı gizli geçit devreye girerek Marduk'un çıkartılmasını sağlamıştır.
Piramit'in içine giren Ninutra ise görevi bir çeşit radyasyon yaymak ve
gökyüzünü izlemek gibi özellikleri olan taşları paramparça etmiştir:
''Büyük Piramit, torunlarımın yakasını bıraksın, huzur, barış onlara
mukadder olsun. Ana Tanrıça'nın çocukları taşı artık görmesin ve herkes ondan
uzak dursun.''
Aslında bu birikimden yola çıkarak piramitin okültist ve negatif
yapılanmalar tarafından sembol olarak kullanılmasının sebebini daha iyi
anlayabiliriz. İki ayrı tarafın büyük savaşında, pozitif olan kazanmış ancak
bahsedildiği gibi dünyaya hiçbir zaman huzur egemen olamamıştır.
Mahabharata Savaşı
Bir bakışa göre,
Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir. Zeki canlılar arasında çıkan bir
anlaşmazlığın, savaşa dönüşmesini ve o savaşta günümüz teknolojisinin çok
ötesinde silahların kullanılmasını anlatır.
Örneğin bir bölümde; içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da
bulunduğu Vrishni´ler(antik bir klan), Salva adlı bir lideri kuşatırlar. Bunun
üzerine zalim Salva; her yere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek
“yükselir” ve sayısız cesur Vrishni genciyle beraber tüm bir kenti harabeye
çevirir.
Saubha adlı araç daha önceki
bölümlerde anlatıldığına göre; savaşın yönetildiği bayrak gemisidir. Ve Salva´nın
yaşadığı başka bir kentte bulunmaktadır. Yani oradan kalkıp, savaş alanına
getirilmiştir.
Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır. Pradyumna
adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları dahi
durdurmaktadır. Silah için “savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından
kurtulamaz” tanımı yapılır. Ve Salva, Krisnha´ya doğru düşer.
Krisnha; Salva´nin düşüşünü izlemeye başlar. Fakat Saubha adlı araç
göklere, özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın
ona doğru fırlatır. Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar.
Ne gece ne de gündüz vardır, zaman anlaşılamaz.
Krishna´nın, Salva´nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahlara
ait, ses ve etki tasvirleri, aynen günümüz modern silahlarına benzemektedir:
“Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütunları
yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. Gökte büyük gürültüler
oldu.”
Ve sonra Saubha´nın görünmez olduğu anlatılır. Sanki Krisnha; hedefi hiç
şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun sesiyle
savaşçılar ölürler, Salva´nın askerleri “Danavalar” acı çığlıklar atarak
yerlere düşerler,
Onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Sauba kaçmak
için karşı saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha “özel ateş silahı”nı kullanır.
Bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk,
Saubha´yı ikiye böler. Uçan “kent” gökten yere düşer ve Salva ölür.
Bu olay, Mahabharata´nın sonudur. En
garip silahlardan birisi Pradyuma´nın kullandığı özel oktur, bu okun öldürücü
gücünden hiç kimse, hatta tanrılar dahi kurtulamaz. Agneya´nın kullandığı silah
ise, alevli ama dumansız ateş okudur.
Savaş alanına birden bir karanlık
yayılır, kimse çevreyi göremez ama gece olmamıştır. Vahşi bir rüzgâr başlar,
bulutlar kükrer, toz ve çakıl taşları yağmaktadır. Doğa dengesini yitirir,
güneş gökte sallanmakta, dünya titremekte, korkunç silahtan yayılan kavurucu
sıcaklık, her şeyi yakmaktadır.
"Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururken, diğer
canlılar buruşarak yere düşmektedir. Vahşi ışınlar gökten yağmur gibi
yağmaktadır. Ve ateş fırtınasının yanı sıra Gurkha´nın silahının sesini
duyanlar da ölürler."
Bütün bunlar, nükleer bir patlamanın
yanı sıra ardı sıra gelen radyoaktif çöküntünün de bire bir tarifi gibidirler.
Hint metinlerinde uçan araçlara “Vimanalar” denmektedir. Destanlara göre,
Vimanalar iki katlıdır ve daire biçimindedir.Kubbelerinde bir giriş tüneli
vardır. Yani tam anlamıyla bir uçan daireye benzerler.
Rüzgâr hızıyla uçarlar ve melodik bir ses çıkarırlar, Vimanalar´ın dört
türü vardır. İnanılmaz ama bazıları tabak şeklinde, bazıları ise uzun silindir
şeklindedirler yani sigar gibidirler.
Vedalar, antik Hindu şiirlerdir; bilinen en eski Hindu metinler olarak
tanımlanırlar. Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anlatılır;
´Ahnihotra-vimana´nın iki motoru veya sistemi vardır, ´Elephant-vimana” ise
daha gelişmiş bir araçtır. Ayrıca, “Kral balıkçı”, “İbis” adlı ve başka hayvan
adlarının da verildiği Vimana türleri de anlatılır.
Görüldüğü gibi taraflar arasındaki savaş Hint pagan mirasında oldukça
teknolojik kavramları içermektedir. Her ne kadar bu konuları inceleyenler bu
savaşın nükleer tarafına vurgu yapsalar da biz aynı görüşü paylaşmıyoruz. O
dönem için açıklanamayan hususların bu dönemdeki kavramlar üzerinden
değerlendirilmesi bizleri doğru sonuca ulaştıramayacaktır. Ancak bir dualite,
kozmik savaş mefhumu, altın çağ gibi dilimler diğer farklı coğrafyalarda
yaşamış medeniyetler gibi Hindistan'da da karşımıza çıkmaktadır.
Titanomakhia
Yunan paganzimindeki Titanlar ve Tanrılar arasındaki savaştır. Bir titan
olan Uranüs'ün oğlu Kronos babasını tahtından devirdikten sonra evrenin yöneticisi
oldu ve zalimce bir yönetim sergiledi. Kronos'tan doğan bir tanrı olan Zeus,
babası ve titanlara baş kaldıracak ve bu savaşta Olymposlu tanrılara önderlik
edecektir. On yıl süren savaşın cepheleri titanların oturdukları Othrys Dağı,
tanrıların oturdukları Olympos Dağı'dır. Süreç sonunda ateşe sahip olarak
ödüllenerek gücüne güç katan Zeus ve grubu galip gelecektir. İki cephenin uzun
ve yıkıcı biçimde insan üstü öğretilerle savaşmalarına bu öğreti oldukça iyi
bir örnektir.
İskandinav, Mısır, Sumer, Yunanistan, Hindistan gibi kültürlerde iki
cepheye bölünmüş taraflar, tarafların savaşı, savaşta gözlemlenen olağanüstü
durumlar ve aydınlığın zaferi ortaktır. Kahramanlar ve olaylar bir parça
değişmiştir ancak neticede varılan sonuç aynı olacaktır. Son yıllarda sıkça
işlenen Armagedon kavramına kaynaklık eden İncil ve Tevrat'ta bu tarihi birikim
yönünde işaretler bulunmaktadır. Fakat ''Güncel Armagedon'' yerine ''Paganik
Armagedon''lardan bahsetmemizin sebebi kutsal kitapların kaynağını kadim
medeniyetlerde arama teşebbüsü değildir. Bu teşebbüs başka çalışmaların ve
niyetlerin amaçlarıdır. Günümüzdeki ultra zenginler, girişimciler ve karar
mekanizmasında bulunan kişilerin ortak özellikleri; şahsi konutları, ofisleri,
eşyaları ve yaşantılarının her diliminde pagan mirasını temsil eden nesneler ve
işaretler taşımalarıdır. Evet, kişilerin çeşitli hobileri olabilir ve bu
hobiler aralarında kadim medeniyetler ve tarih mefhumu yer tutabilir. Ancak
dünyayı şekillendirmede önemli rol oynayan, cemiyetler, ezoterik yapılar,
ezoterik şahıslar, futuristler ve türevlerinin ortak özellikleri işte bu pagan
mirasının yansıtılmasıdır ve bu durum hobi/olasılık boyutunu ortadan
kaldırmaktadır. Öyleyse Armagedon ve bu süreçte yaşanılacaklar inananlar için
İncil ya da Tevrat kaynaklı olabilir fakat bu süreci kurgulayanlar için çok
daha eski, bilinmez, ezoterik bir kaynaktan beslenmektedir ve bu kişilerle
beraber cemiyetler için bu öğretinin hayata geçirilmesi yaşamsal bir
mecburiyettir.
SONUÇ
20. Yüzyıl ezoterik metin, okuma, kavram, anlayış ve uygulamaların zirveye
doğru çıktığı bir dönemi ifade etmektedir. Enigmatik çağ da denilen bu dilim
gerçek ve sanalın birbirine karıştıkları ve zihinlerin daha da bulanacağı bir
süreci anlatır. Soğuk Savaş döneminden itibaren din politikalarının ağırlık
kazandığı politik bir gerçekliktir. Tanrı Tanımaz bir misyon üzerine inşa
edilen Sovyet Devrimi dile daha 1940’larda ilkelerinden taviz vermiş ateist
yayın organlarını kapatarak Pan-Ortodoks bir strateji benimsemiştir. ABD’nin
başını çektiği Batı İttifakı ise siyaset ve din, din ve toplumsal yaşam
konularını harmanlamayı istihbari ve askeri talimnamelerine işlemiştir. Bu
noktada bir çelişki olduğu düşünülebilir. Nasıl oluyor da dinsel politikalara
ağırlık verilirken aynı zamanda ezoterizmin yükseliş çağı yaşanıyordu. Ancak
uygulanmaya çalışılan dinsel politikalar semavi dinlerin insanlığı kurtuluşa
erdirecek tembihler yerine içi boşaltılan, provoke dilen ve ilkel gerici pagan
âdetlerini yaşatmaya hevesli bir teşebbüste bulunduğu da göz önünde
bulundurulmalıdır. Futurist Edebiyatçı Dan Brown, Başlangıç isimli kitabında
sık olarak ‘’Tadlı Bilim Hüküm Sürer Karanlık Dini Öldürür’’ ifadesini
kullanmıştı. Oysa ki semavi anlamda bir din zaten karanlık olamazdı. Din’in
ilkel pagan adetleriyle karanlıklaştırılmaya çalışılması özellikle yeni
nesillerde din ve bilim tartışmalarıyla din yerine bilim ikamesi görüşlerini
doğurmuştur. Soğuk Savaş’ın politik stratejistleri belki bu yönde bir amacı
belirlememişlerdi ancak insan doğasının sınırsızlığı kâğıt üzerindeki
tasarıları da hükümsüz kıldı. İlerleyen dönemde yeni bir inancın icat edilmesi
ya da yeni bir inanç ve ideoloji peşinde gidilmesinin, ABD’nin dağılması,
NATO’nun dağılması, petrolün bitmesi, Nükleer savaş gibi fiillerle aynı
sonuçlara yol açacağı düşünülmektedir. Bu bir yıkımdır ve her yıkımdan sonra
inşa süreci başlamaktadır.
Bu inşanın kazanan tarafı kim olacaktır? Ezoterik cemiyetler ve kişiler bu
birikimi yüksek sesli okumada ve tarif etmede belki daha yakın tarihli bir
süreci anlatır. Birikim eski olsa bile modern tebliğcileri yenidir. Ancak bu
yeniliklerine rağmen daha sistemli olmaları üstelik finans, teknoloji ve
akademik çevrelerle iş birliği geliştirmeleri yeni medeniyetin kurgulanma
sürecinde bu tarafın daha önde olduğunu göstermektedir.